Soma’da yaşanan ve Türk Milletini derinden yaralayan kömür ocağı kazasında ölen işçilere ithafen ve onların acılar içindeki ailelerinin asla tarif edemeyeceğimiz duygularına bir nebze olsun tercüman olmak ve acılarını paylaşmak üzere.
SENİ ÖPER GİBİ ÖPTÜM SON KÖMÜRÜ
Aklım bende değil tutulmuş gibi.
Bu izdiham, kalabalık, nerdeyim?
Ne haldeyim ?
Bir imtihan mı yoksa ya Rab ?
Nasıl desem, tarif edemiyorum;
Ruhumun taa derinlerinden,
Saçımın tellerine, tırnaklarımın uçlarına dek;
Onmaz acılar içindeyim.
Her yerim ağrıyor, canım acıyor,
Dayanamıyorum.
Ruhum vücudumdan ayrı,
Umudu tükenmiş, isteksiz, takatsiz,
Acısını dindirecek tek çareyi;
Ve artık, kediyi bekleyen,
Yaralı bir kuş gibi köşede,
Sessizce inliyor, Kıvranıyor.
Hayır ! bu da olmadı, çok cılız kaldı,
Anlatamıyor, tarif edemiyorum.
Etsem de zati anlayamazsınız.
Hiçbir dilde karşılığı yok bunun;
Bir tek cümle bulamıyorum dilim fersiz,
Sığmaz zihinlere, kelimeler yetersiz.
***
Bağlamışlar sanki bizi;
Bedenimle ruhum, iki ayrı direkte gibiyim,
Acı ise serbest kalmış.
En büyük işlemesi için her yerime milim milim,
İnanılmaz büyümüş adeta iki ayrı bedenim.
İçimden dikenler çekiliyor sanki,
Dirilip dirilip tekrar ölür gibiyim.
Nasıl desem, kıyamet kopmuş ta;
Bir yandan işkence görür gibi,
Ve yüreğimden akan ince kanı,
Onmaz yarayı görür gibiyim.
Ne gözyaşımla ölçün bunu ne feryadımla,
Yüreğime akan kanla belki damla damla.
Ben, kocam madende ölen kadın,
Feryat figan bir anayım.
Dönmeyecek babamı bekleyen çocuk,
Acımı içime atan babayım.
***
Aklım bende değil, tutulmuş gibi.
Tanrım ! Bu nasıl felâket?
Ateş yağdı, kor düştü yüreğimize,
Ruhumuzun en derinlerinden,
Saçımızın tellerine, tırnakların uçlarına dek;
Kıyametimiz oldun oğul.
Her taziyeye, her odaya feryat,
Kapının tokmağına figan oldun.
***
Toz olur, is olur diye hiç giymediğin;
Beyaz gömleklerin öksüz kaldı oğul.
Ayaklarında altı delik çorapların,
Sönmüş baretinde kalan son ferin.
Her dönüşünde isli yanağında,
Ellerini çırpan iki yaşında evladın,
Suyunu içtiğin bardak öksüz kaldı oğul.
***
Oğul, oğul.
Bir dikili taşın yoktu, o da oldu oğul.
Kömür kazdığın kazman,
En ucuzundan bir çift çizmen,
Paslı küreğin dahi kaldı oğul.
Ekmek bile vermediler sana,
Evden götürüp farelerle paylaştın.
Göz diktiler bir avuç emeğine;
Gökdelenler yaptılar paranla oğul,
Kara elmasın karası kaldı sana.
Gün yüzü görmedin,
Gözün kapalı çıktın yeryüzüne.
Tek göz odan, kurduğun saatin,
Dualı yastığın boş kaldı oğul.
***
Sen kara gelseydin bize;
Yüzünün isi, saçının tozuyla,
Kara haberin gelmeseydi.
Döşeğin olsaydım, kalbimde uyusaydın,
Seni kefene değil bana sarsalardı oğul.
Yeryüzün bağrım olsaydı,
Basıp geçseydin çizmelerinle.
Sen otursaydın bir köşede,
Ördüğüm kazağın içine dolsaydı çocukluğun,
Ekmeği ben kazsaydım,
Yavrularınla oynarken soğusaydı çorban,
Tuz olsaydım yemeğine, çayına şeker,
Delinmiş çoraplarına yama,
Bölünmemiş uykun olsaydım oğul.
***
Oğul, oğul.
Kazdığın kömür yüreğime doldu,
Kor kor, alev alev, ateş oldu bağrımda,
Ağıtlar yandı, sönmez yangınlardayım.
Senin bittiğin yerde ben neye başlayayım.
Sen, yüzün kömür karası alnın ak,
Gözlerin kapalı girdiğin toprak,
İster gül versin bana ister yaprak,
Neye yarar oğul.
Merhemi yok giderek büyüyen bu yaraya,
Ne zaman getirir, bilmem bizi bir araya.
Ne cerrah duysun ne tabip, ne haberi doktorun,
Çaresi, ilacı, ve bir tedavisi yok bunun.
Oğul, oğul.
Seni öper gibi öptüm çuvaldaki son kömürü,
Tükendim, bittim, bitirdim kafamda bu ömürü.
-SON-
Şahin KARADAĞ (17.05.2014)